Zülküf Kışanak

Zülküf Kışanak

'Başkan, ne dediğinin farkında mısın…'

'Başkan, ne dediğinin farkında mısın…'

Telefonun ucundaki, Türkiye Barolar Birliği Başkanı, “Başkan, ne dediğinin farkında mısın…”
Cizre’ye can olmuş, Zîn’e canan Mem’in saflığında ona cevap veren Tahir Elçi: “Ne demişim ki ben sadece fikrimi söyledim…”
*
Birkaç defa onunla karşılaştım, kısa kısa sohbetlerimiz oldu. Ama Kervansaray otelinde verilen bir Newroz resepsiyonunda uzun uzun sohbet etmiştik. Yurt içinde, yurt dışında, toplumun hemen her kesiminden arkadaşları, dostları, sevenleri olmasına, dahası Diyarbakır Baro Başkanı olmasına rağmen, o akşam ‘siyasi yalnızlığı’nı hissettim, kendi ülkesinde doğru anlaşılamama, yok sayılma feryadını duyuyordum adeta. Bu konuda fazla bir şey diyemedim ona, kendimce lafı evirip çevirmiş, yerli yersiz yakıştırmaları ciddiye almamayı, ne idüğü belirsiz insanlara, herkese mavi boncuk dağıtan siyasetçilere, hele kaçak göçek dövüşenlere, en çok da zoru gördüğünde, sıkıntı kapıya dayandığında ortalıktan kaybolmayı marifet bilenlere hiç mi hiç itibar etmemek gerektiğini, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde canını, kanını veren halka saygı duymanın dışında bir seçeneğin olmadığını söylemiştim, o da samimiyetle beni onaylamıştı, en azından ben böyle anladım…
En son Diyarbakır Baro’sunda gözaltına alınıp İstanbul’a götürüldüğü gece onunla karşılaştım. Baroda gözaltına alınmayı beklediği haberini duyunca Gültan Başkan’la birlikte alelacele ziyaretine gitmiştik. Bizi odasında karşıladı, dostça kucakladı. O akşam hal hatırını sordum sadece, başkaca hemen hemen hiç konuşmadım, sadece konuşulanları dinledim, olup bitenleri anlamaya çalıştım. Durum göründüğünden daha da kötüydü, çevre illerindeki baroların desteği vardı, o kadar. Biz oradayken telefonda konuştuğu Türkiye Barolar Birliği Başkanı, şimdiki Lefkoşa Büyükelçisi’nin yaklaşımı, özellikle onu şok etmişti, ona, “Başkan, ne dediğinin farkında mısın, nasıl dersin PKK terör örgütü değil…” dediğini söyledi, başka da bir şey demeden bir süre odadakilerle bakıştı, odadakilerin tepkisini anlamaya çalıştı, ardından da kendinden emin bir şekilde iki elini yavaşça masaya koydu, Gültan Başkan’a, “Ne demişim ki başkan, ben sadece fikrimi söyledim…” dedi sessizce, sonra da sustu.
Gece yarısı olmuştu, polis bir kaç zırhlı araçla konvoy halinde baronun önüne geldi, ufak tefek bir iki tartışmadan sonra polisin kontrolünde barodan çıktı, alkışlarla onu 14 Ekim 2015’de konuk konuşmacı olarak katıldığı Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programını yayınlayan CNN Türk televizyonunun bulunduğu İstanbul’a, televizyondaki konuşması nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan Bakırköy Adliyesi’ne ifade vermeye uğurladık. Bir an, dünyanın gözü önünde, üstelik “Yüce Meclis”in çıkışında, enselerini bastıra bastıra polis araçlarına, yabancısı olmadığımız meşhur “Renault”lara bindirdikleri DEP’li milletvekillerinin görüntüleri, özellikle Tahir Elçi’nin hemşerisi Cizreli Orhan Doğan’ın görüntüsü gözlerimin önüne geldi, geldi, geldi ve hiç gitmedi…
Bir daha hiç karşılaşmadım Diyarbakır Baro Başkanı Avukat Tahir Elçi’yle. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan soruşturma, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kabul edilen iddianame, alelacele devreye giren yargılama süreci, “Hukukçu olması itibarıyla suç niteliği taşıyan fiili bilen bir kişi olduğu…” iddia ve öfkesiyle ülke çapında başlatılan karalama, hedef gösterme, linç etme kampanyaları onun katledildiği 28 Kasım 2015 gününe giden sürecin başlangıcı oldu. Kendi halkı, özellikle Diyarbakır halkı dışında hemen herkes ona sırt çevirmişti. Her şey 45 gün içinde olup bitmişti.
Ne yazık ki baro başkanı olduğu Diyarbakır kenti de zor günlerden geçiyordu, kentin kalbinde çok şiddetli çatışmalar, dahası görülmemiş bir şehir savaşı yaşanıyordu. Bilinen ne kadar ateş gücü yüksek silah, mühimmat varsa hepsi de kullanılıyordu tarihi surların içindeki daracık sokaklarında. Muhtemelen Diyarbakır, Diyarbakır olalı böylesine ağır, tahribatı yüksek bir çatışmayla hiç tanışmamıştı, temelinden bu kadar sarsılmamış, ağır bir yıkıma uğramamıştı. Kent bir bütün olarak diken üstündeydi, dört bir yanından duyuluyordu top, tank sesleri, ne gecesi geceydi, ne gündüzü gündüzdü artık, binlerce yıl önce Hurilerin kurduğu kadim şehir dümdüz ediliyordu. Derken çatışma alanının sınırında bulunan Diyarbakır’ın sembollerinden Dört Ayaklı Minare’nin kurşunlandığı, ayaklarında ciddi hasarların oluştuğu haberi kentte yayıldı. Diyarbakır Barosu başta olmak üzere, kentteki demokratik kitle örgütleri, odalar, sendikalar ve elbette Diyarbakır halkı bir bütün olarak tepki duydu.
Botanlı Mîr Bedirxan’ın hemşerisi Diyarbakır sevdalısı Tahir Elçi, Zîn’in yuvası Birca Belek’ten henüz çıkıp gelmiş Mem’in saflığında, içinden, “Öleceksem, Dört Ayaklı Minare’nin altında öleyim…” dedi, birkaç avukat arkadaşıyla, “İnsanlığın mirasıyım, mirasına sahip çık” dövizi elinde en önde yürüdü, bir solukta Dört Ayaklı Minare’nin dibine gitti, acı içinde güzelim minarenin ayaklarına dokundu, oluşmuş tahribat, kurşun izleri kızgınlığını daha da arttırdı, sesini tüm dünyaya duyurmak istiyormuşçasına bir çığlık halinde tepkisini, “Biz bu tarihi bölgede, birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede, inanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz…” diye haykırdı, son bir defa söyleyeceği ne varsa söyledi. İçini burkan, yüreğini yakan Dört Ayaklı Minare’den tam ayrılmak üzereyken, ortalık birden karıştı, silah sesleri o daracık, o kısacık kuçede yankılanmaya başladı, herkes, onunla gelenlerin, etrafında toplananların, haber takibi yapan gazetecilerin her biri bir tarafa kaçtı, kayboldu, duvar diplerine sığındı, bir tek o kala kaldı orta yerde, Dört Ayaklı Minare’nin dibinde. Günlerce gazete manşetleri eşliğinde elden ele dolaşan, namludan namluya geçen, her geçen gün biraz daha kızıştırılan, biraz daha ısıtılan kör kurşun sıkıldı o hengamede, o toz duman içindeki sokakta, diğer kurşunlardan farklı, nereden geldiği hala meçhul, hala muamma olan, belki de nereden geldiği bilinmek istenmeyen ama adresi belli, adresi Tahir Elçi olan kör kurşun…
Aldı onu Diyarbakır’dan, aldı onu Cizîra Botan’dan…
Aldı onu bizden…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zülküf Kışanak Arşivi
SON YAZILAR