Zülküf Kışanak

Zülküf Kışanak

Kürtçe dil değil ise 'qûşxane' nedir?

Kürtçe dil değil ise 'qûşxane' nedir?

Lisede, Yusuf adında matrak bir Türkçe öğretmenimiz vardı. Öğrenciler ona Yusufcuk diyordu. Okulun fısıltı gazetesinden gençliğinde sıkı bir Dev Sol’cu olduğunu öğrendiğimiz aslan parçası Yusufcuk, “Kürt halkı…, Kürtçe zengin bir dildir, en az Türkçe kadar da önemlidir…” gibi cümlelerden, illaki anlamını bilmediği, defalarca söylememe rağmen bir türlü aklında tutamadığı, dahası telaffuz edemediği qûşxane (kuşğane) kelimesinden nefret ettiği kadar hiçbir şeyden nefret etmiyordu. Sınıf arkadaşlarım, yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmeyen Rıfat’la, sevgili İbrahim’in uyarılarına rağmen Kürtlerle, Kürtçe’yle ilgili sık sık ağız dalaşına girdiğim Yusufcuk, her köşeye sıkıştığında beni kavgaya davet ediyordu. Ama bir defa bile sözünde durmadı, bir defa bile sözleştiğimiz gibi ne Tren Hattı’nın oraya, ne de Kanal Başı’na geldi. Her ne kadar kavga etmek için seçtiğimiz yerlere gelmese de Yusufcuk, bir gün bile yiğitliğine söz söyletmedi, bitmek bilmeyen laf dalaşından geri durmadı. Sevdiğim tarafı ise tartışmayı başka bir yere havale etmemesiydi, kimseyi tartışmamıza, laf dalaşımıza karıştırmamasıydı. Beni lafla ikna edemeyince kaba kuvvete başvurduğu doğru ama sinsi biri değildi, hele pis bir ihbarcı hiç değildi. Onunla yaşadığımız onca patırtıya, gürültüye rağmen bir defa bile beni polise ihbar etmeyi düşünmedi, şimdiki gibi bilmem ne örgütündendir diye iftira atmadı, “sınıfın, okulun, kentin” hatta “memleketin huzurunu kaçırıyor” yalanına sarılıp benden şikayetçi olmadı, buna tenezzül etmedi...

*

Niğde Aksaray’dan emin olmamakla birlikte adını Hüseyin olarak hatırladığım bir öğrenci, Hızır gibi dil teorisini Kürtçe’nin inkarı üzerine inşa eden Türkçe Öğretmeni Yusufcuk’un imdadına yetişti. Günahım kadar sevmediğim, yıllar sonra da Kürt olduğunu öğrendiğim Hüseyin, Kürtçe diye bir dilin olmadığının en büyük ispatı, delili olarak ortaya çıkmıştı. Kürtçe konusunda bir türlü sırtımı yere getirememiş Yusufcuk’un bir keyifle, bir mutlulukla, “Zülküfcüğüm, sınıf başkanım, hani bana bir şey soruyorsun ya hep sözde ana dilinden, onu bir daha sor bakayım, hadi sor, sor…” demesini bugünkü gibi hatırlıyorum. Yusufcuk’un hal ve hareketlerinden huylanıp kuşkuya düşsem de caka satmasına daha fazla müsaade edemezdim, yekten sordum, “Madem Kürtçe bir dil değil, o zaman kuşğaneye ne diyeceksin…” dememle, birkaç gün önce okulumuza geçiş yapmış Aksaraylı Hüseyin’in, “tencere” demesi bir oldu. Bozuntuya vermeden, Hüseyin’e ters ters baktım, “Sen Niğdeli falan değilsin, düpedüz Kürtsün, onun için bildin…” dedim. Yusufcuk daha bir şey diyemeden, cinleri tepesine çıkmış gibi konuşmaya başlayan Hüseyin, “Lafını bil, bana hakaret edemezsin. Sana yalan borcum yok, Niğde Aksaraylıyım. Ve Türk’üm, vatanına, bayrağına canı pahasına bağlı bir milliyetçiyim. Soyum sopum Orta Asya’ya dayanıyor…” Hüseyin’in söylediklerini umursamadan Kürtçe başka sözcükler sormaya başladım. Ne sorduysam Türkçesini söyledi, üstelik en az benim kadar düzgün bir şekilde telafuz ederek Kürtçesini de tekrarlayarak söyledi. Bilmem kaç sene önce Orta Asya’dan, boz bir kurdun sayesinde sıkışıp kaldıkları Ergenekon’dan çıktıklarını, binlerce yıldan bu yana yeri göğü inlettiklerini, önlerine çıkan ne kadar devlet, memleket varsa tamamını ezip geçtiklerini, nihayet anavatan belledikleri bu kutsal topraklara kadar geldiklerini söyleyen Niğde Aksaraylı Hüseyin, anlamlarını sorduğum Kürtçe kelimelere verdiği doğru cevaplarla beni şoke etse de Yusufcuk tam gaz ona destek çıksa da Kürtlüğümden, Kürtçe’mden geri adım attıramadı. Türkçe Öğretmeni Solcu Yusufcuk’un alaya aldığım, “Kürtler, Türktür ama Türklüklerini unuttular. Kürtçe dedikleri dil ise Türkçe’nin kayıp bir lehçesidir…” argümanı Hüseyin’in şahsında hayat bulmuş gibi oldu. Bir an bile yenilmiş, yenilgiyi kabul etmeye hazır bir pehlivan gibi davranmadım, ama kimliğine baktığım, Niğde Aksaraylı olduğuna ikna olduğum Hüseyin’in çelişkisini, gerçeğini aklımdan hiç çıkaramadım, onunla hayat bulan yeni duruma bir anlam veremesem de tartışmanın acabası ile yaşamaya devam ettim...

*

Yusufcuk’un Kürtlerle, Kürtçeyle ilgili bende yaratmak istediği çelişkinin ispatı olarak ortaya çıkan Hüseyin’in foyası yıllar sonra gittiğim Rusya’nın başkenti Moskova’da ortaya çıktı. Solcu Yususfcuk’un canlı kanlı sağcı sahte kanıtı soğuk bir Moskova gecesinde çürüdü, çöp oldu. Her bir tarafı buz kesilmiş kuzeyin bu kasvetli kentin soğuk bir gecesinde tesadüfen tanıştığım, Gergerli yada Siverekli, en uzak ihtimal ile Liceli olduğunu düşündüğüm Zaza Murat’ın Niğde Aksaraylı bir Kürt olduğunu öğrenince şoke oldum. İlk defa Niğde Aksaray’da Kürtlerin yaşadıklarını, öyle az buz değil, elli civarında köyünde Zaza Kürtlerin, bir o kadar köyünde de Kurmanc Kürdün yaşadığını, yediden yetmişe herkesin anadili ile konuştuğunu, Türkçe’yi ise Diyarbakır’da, Van’da, Hakkari’de olduğu gibi okullu olmaya başladıklarında öğrendiklerini, konuşmaya başladıklarını öğrendim Zaza Murat’tan. Bir daha hiç karşılaşmadığım, kime sorduysam da izini bulamadığım Zaza Murat’ın Niğde Aksaray’da yaşayan Kürtlerle ilgili verdiği bilgi yıllardan beri aklımı kurcalayan gerçeği netleştirmeme vesile olmuştu. Böylece Yusufcuk’la Hüseyin’in aklımı çelmek, düşüncemde bulanıklık yaratmak için Kürt’le, Kürtçe’yle ilgili yıllar önce uydurdukları büyük yalanın, sahtekarlığın farkına varmış oldum. Türk solun, devşirme sağla kurduğu ittifakla benden alınan, alınmak istenen ‘kuşğane’me yeniden kavuşmanın keyfini yaşamıştım el memleketinde, Rus başkentinde…

*

Moskova dönüşünden yıllar sonra, Mamoste Mamo ile Kandıra’daki Kocaeli 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde tutulan Gültan Başkan’ın görüşünden dönerken artık Niğde’si olmayan Aksaray’ın Ekecik köyüne uğradık. Köyün ortasında, adlarının Muhammed ve Ahmet olduğunu öğrendiğimiz altı, belki de yedi yaşlarındaki iki çocuğun yanında durduk, Zazaca, “Şima sera şinê…” sorusuna, aldığımız “Ma şinê keye…” cevabının verdiği mutluluğu anlatamam, tarif edemem. Hele, “Peki, tencerenin adı nedir…” sorusu üzerine, aldığım “Qûşxane…” cevabının verdiği keyfi hiç anlatamam, hiç anlatamayacağım. Odur budur Yusufcuk’un, sahtekar Hüseyin’in bir olup attıkları koca yalana gülüp geçiyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Zülküf Kışanak Arşivi
SON YAZILAR