Suça Sürüklenen Çocuklar
Son zamanlarda çocukların suça karıştığı vakalar dikkat çekici biçimde artış göstermektedir. Söz konusu artış, yalnızca adli bir mesele olarak değerlendirilmemeli; aksine, toplumun sosyal yapısında yaşanan aksaklıkların, eşitsizliklerin ve ihmallerin bir yansıması olarak ele alınmalıdır. Son dönemde kamuoyunda geniş yer bulan Ahmet Minguzzi davası, bu konunun yalnızca uç örneklerle sınırlı olmadığını, giderek yaygınlaşan bir sorun hâline geldiğini göstermektedir.
"Suça sürüklenen çocuk" ifadesi, yalnızca bir suçun faili olan bireyi değil, aynı zamanda belirli toplumsal ve bireysel dinamiklerin etkisiyle bu sürece dâhil olan çocukları tanımlar. Bu süreçte çocuklar ne yalnızca mağdurdur ne de yalnızca fail; aksine, karmaşık sosyal ve psikolojik etkenlerin biçimlendirdiği bir etkileşim alanında yer alırlar. Dolayısıyla bu olguyu doğru analiz edebilmek, hem bireysel sorumluluğu hem de toplumsal koşulları birlikte değerlendiren çok yönlü bir bakış açısını zorunlu kılar.
Bu bakış açısının en temel yapı taşlarından biri, çocuğun yetiştiği aile ortamıdır. Aile, çocuğun değer yargılarını, sınırlarını ve toplumsal kurallarla ilk temasını oluşturur. Bu nedenle aile, yalnızca bir bakım alanı değil, aynı zamanda çocuğun içsel dengeyi kurduğu ilk sosyal alandır. Ancak bu sistem işlevini yitirdiğinde, yani aile içi şiddet, ilgisizlik, istismar ya da denetimsizlik hâkim olduğunda çocuk, düzen yerine kaosa sürüklenebilir. Bununla birlikte aşırı otoriter ya da tamamen ilgisiz ebeveyn tutumları, çocukta sağlıklı bir benlik gelişimini engelleyebilir; buna bir de yoksulluk, göçle gelen yerleşiklik sorunları veya ebeveyn kaybı eklendiğinde, çocuk için kuralların yerini sokakta öğrenilen yeni "normlar" alabilir. Bu koşullarda suç, yalnızca bir sapma değil, kimi zaman bir hayatta kalma stratejisine, bir tepki biçimine dönüşebilir.
Yine de meseleyi yalnızca aile ile sınırlandırmak suça sürüklenme dinamiklerini bütüncül bir anlayıştan uzaklaştırır. Çocukların maruz kaldığı çevresel etkiler, çoğu zaman en az aile kadar belirleyicidir. Okul hayatının süreklilik göstermemesi, eğitim sistemine güvensizlik, suça eğilimli sosyal çevre, istihdam olanaklarının yokluğu ya da kimlik karmaşasına neden olan kültürel dışlanmalar, çocukların sosyal destek kaynaklarını zayıflatmaktadır. Özellikle göçle gelen topluluklarda yaşanan uyum sorunları, çocukları toplumun genel yapısına yabancılaştırmakta ve yasa dışı grupların sunduğu "ait olma" duygusu, çocuk için cazip bir alternatife dönüşebilmektedir. Suç bu noktada, yalnızca yasa dışı bir eylem değil; kimi zaman aidiyet, görünürlük ve güç arayışının dışavurumu olur.
Çocukların erken yaşta suçla tanışması ve çoğu zaman herhangi bir rehabilitasyon sürecine dahil edilmeden sistemin dışına itilmesi, ilerleyen yıllarda benzer davranışların devam etmesine yol açabilmektedir. Bu durum, suçun yalnızca bireysel bir eylem değil, kuşaklar boyunca aktarılan bir döngü hâline gelmesine neden olabilmektedir. Bununla birlikte, toplumun bu çocuklara yalnızca etiketleyici bir gözle yaklaşması, onları yeniden topluma kazandırma çabalarını da sekteye uğratmaktadır. Ceza odaklı bir yaklaşımdan ziyade, koruyucu ve onarıcı modellerin benimsenmesi, suça sürüklenmiş bir çocuğun yaşamına yeniden yön verebilmenin temel koşuludur.
Bu nedenle çözüm önerileri, birey odaklı değil, sistem odaklı olmalıdır. Aile destek sistemlerinin yaygınlaştırılması, her okulda psikolojik danışmanlık hizmetinin güçlendirilmesi, risk altındaki çocukların erken dönemde tespit edilerek sosyal hizmet uzmanlarıyla buluşturulması yalnızca iyileştirici değil, aynı zamanda önleyici etki yaratacaktır. Aynı şekilde çocuk adalet sistemi, çocukların gelişimsel özelliklerini temel alan, topluma kazandırıcı bir perspektifle yeniden yapılandırılmalıdır. Onarıcı adalet uygulamaları, yalnızca çocuğu değil, içinde yaşadığı çevreyi de dönüştürebilecek potansiyele sahiptir.
Unutulmamalıdır ki, bir çocuğun suça sürüklenmesi yalnızca bireysel bir sorun değildir; aynı zamanda toplumsal yapının ihmallerine ve eşitsizliklerine işaret eden ciddi bir göstergedir. Bu durum, yalnızca o çocuğun hayatını değil, toplumun tümünü etkileyen sonuçlar doğurur. Bu nedenle çocuklara cezalandırıcı bir yaklaşımla değil, sorumluluk bilinciyle ve dönüştürücü bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. Bir çocuğun yönünü değiştirebilmek, ona ihtiyacı olan desteği zamanında sunmakla mümkündür. Çünkü her çocuk, içinde bulunduğu koşullar ne olursa olsun, doğru destekle yeniden yön bulabilecek bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyeli ortaya çıkarmak ise, birey kadar toplumun da sorumluluğudur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.