DİN VE AHLAK ARASINDA SIKIŞAN TİCARET ERDEMLERİ
Yahya Öger
Son dönemde, toplumun farklı kesimlerinden yükselen bir serzeniş dikkat çekiyor: “Müslümanım” diyen esnafla ticaret yapıp da aldatılmadığını söyleyen insan neredeyse yok. Bu durum, sadece ekonomik bir güven sorunu değil; aynı zamanda inançla pratik arasındaki derin bir uçurumu gözler önüne seriyor. İslam’ın ticaret ahlakına dair kuralları netken, bu ilkelerin günlük hayatta neden bu kadar kolay ihlal edildiği, üzerine düşünülmesi gereken bir mesele.
Din mi, Çıkar mı? İkiyüzlülüğün Kökleri
İslam, ticaret hayatını “helal kazanç” üzerine inşa eder. Hz. Muhammed’in “Tüccar doğru sözlü ve güvenilir olduğunda, peygamberlerle, sıddîklarla ve şehitlerle beraberdir” hadisi, dürüstlüğün dini kimliğin özü olduğunu vurgular. Ancak bugün, “Müslüman” etiketi taşıyan bazı esnafların, müşteriyi kazıklamayı “ticaret zekâsı” olarak pazarlaması, bu değerlerle taban tabana zıttır. Din, araçsallaştırılıyor; çıkar, imanın önüne geçiyor.
Bu çelişki, sadece bireysel ahlaksızlıktan kaynaklanmıyor. Toplumda yaygınlaşan “kâr her şeydir” anlayışı, dindar kimliğin bir pazarlama stratejisine dönüşmesi ve denetim mekanizmalarının zayıflığı, sorunu kronikleştiriyor. Bir ticari merkeze “Müslüman” algısını oluşturup , müşteri çekmek için bir araç haline geldiğinde, dürüstlük değil, görüntü öne çıkıyor.
Aldatmanın Sosyal Bedeli: Güvenin Çöküşü
Müslüman’ın Müslüman’ı aldatması, toplumsal güveni temelinden sarsıyor. İnsanlar, “dindar” olduğu iddia edilen kişilere karşı önyargı geliştiriyor. Bu durum, sadece ticari ilişkileri değil, komşulukları, arkadaşlıkları ve hatta ibadet algısını bile zedeliyor. Camide saf tutan biri, dükkânında müşterisini kandırıyorsa, dinin toplumsal meşruiyeti de sorgulanıyor.
Dahası, bu ikiyüzlülük, Müslüman olmayanlar nezdinde İslam’ın itibarını da zedeliyor. “Sizin dininizde dürüstlük varsa, neden sizinle çalışan herkes mağdur oluyor?” sorusu, haklı bir şüpheye dönüşüyor.
Çözüm: Ahlakı İbadetin Önüne Koymak
Sorunun çözümü, dini ritüelleri artırmakta değil, ahlakı yeniden merkeze koymakta yatıyor. İslam’ın ticaret hukuku, bugünün şartlarında yeniden yorumlanmalı. Esnaf odaları, cami cemaatleri ve sivil toplum kuruluşları, “helal sertifikası” gibi somut denetim mekanizmaları geliştirmeli. Örneğin, “Bu işletme dini ve ahlaki kurallara uyar” şeklinde bir onay sistemi, tüketici nezdinde güven tesis edebilir.
Bireysel düzeyde ise, her Müslüman’ın “kul hakkı” bilincini içselleştirmesi şarttır. Bir hadiste, “Üzerinde kul hakkı olan kişi, önce onunla helalleşmedikçe cennete giremez” denir. Bu uyarıyı ciddiye alan bir Müslüman, kazandığı paranın değil, kazandığı güvenin peşinde koşar.
Sonuç: İman, Eylemle İspat İster
Dindarlık, takke veya tesbihle değil, davranışlarla ölçülür. Ticarette hile yapmak, sadece karşıdakini değil, inancı da aldatmaktır. Toplum olarak, dini söylemlerle gerçekler arasındaki farkı kapatmak zorundayız
Unutmayalım: Bir lokma haram yiyenin duası, kırk gün kabul olmaz. Kazanç temiz olmadıkça, ne ibadetler anlam kazanır ne de toplum huzur bulur.
Bu yazı, genelleme yapmaktan ziyade bir özeleştiri çağrısıdır. Çünkü değişim, önce aynaya bakmakla başlar.
Kaybedilen para olsun, güven onu telafi eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.